İlker Başbuğ, Ağlama Duvarı'nda Fatiha Suresi'ni okumuş
Ergenekon davasında müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, avukatı aracılığıyla yazılı açıklama yayınladı.
'Ağlama Duvarı', 'Paksüt görüşmesi', 'boş lavlar', 'kağıt parçası', '28 Şubat' ve 'Lice' konularına değinen Başbuğ, Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nda çekilen fotoğrafta Fatiha Suresi'ni okuduğunu ifade etti. Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ yaptığı yazılı açıklamada, Ergenekon davası ve 23 iddianamenin birleştirilmesinin, ‘devlet içinde devlet' tavırlarının sergilenmesinin hukuk cinayetleri işlenerek hiçbir zaman karanlık olayları aydınlatma gayesinde olmadığını ifade ederek, “Gerek yargılama sürecinde, gerekse 5 Ağustos 2013 günü açıklanan kararlar gösterdi. Danıştay Başkanlığı'nda görevi başında Sayın Mustafa Yücel Özbilgin'in şehit edilmesinde azmettirici olduğu Ankara'daki Özel Yetkili Mahkemece karara bağlanan kişi beraat ettirildi, değerli aydın ve askerlere ise ceza yağdırıldı. 9 Ekim 2013 günü de, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Balyoz Davası'na ilişkin kararını açıkladı. Daha önce de belirttiğim gibi; Balyoz adı verilen dava kullanılarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bugünün ve yarının komuta kademelerinde yer alabilecek niteliklere sahip personel ordudan uzaklaştırılmış oldu. Sorunun özünü teşkil eden bu noktayı ve emeklilik hakkını kazanamayan genç rütbeli personelin ve özellikle ailelerinin karşı karşıya kalacağı trajik durumu gözardı ederek yapılan değerlendirmelerin de doğru ve yerinde olmadığını düşünmekteyim. Bu noktada, Avrupa Birliği'nce geçtiğimiz günlerde yayımlanan İlerleme Raporu'na değinmekte fayda var. Rapora göre; savcılar tarafından hazırlanan iddianamelerin kalitesi düşüktür ve iddianameler gerekçelerden yoksundur. Rapor, Ergenekon olarak adlandırılan davada mahkemenin mahkumiyet kararlarını aktardıktan hemen sonra da şu saptamayı yapıyor; ‘Türk adalet sisteminde yukarıda bahsi geçen defolar, kararın Türk toplumunun bütün kesimleri tarafından kabul görmesini güçleştirmiş ve karar siyasi hesaplaşma iddialarıyla lekelenmiştir.' Yapılan bu tespitler, Türkiye'de adil yargılama yapılmadığını göstermektedir. Buna rağmen, Türkiye'de bu mahkemelerde adil yargılama yapıldığını söylemek veya düşünmek sadece ve sadece gülünçtür” dedi.
"TOPLUM 26. GENELKURMAY BAŞKANI'NI TANIYOR"
AB raporunda Ergenekon ve Balyoz gibi davalara ilişkin kararların toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmediğini belirten Başbuğ “Yapılan bir anket de Türk halkının yüzde 70'inin 26. Genelkurmay Başkanı'na terör örgütü yöneticisi ve darbeci suçlamasını vicdanen ve aklen kabul etmediğini gösteriyor. Çünkü, toplum 26. Genelkurmay Başkanı'nı tanıyor ve hukuk yönünden de, internet sitelerini kapattıran kişilerin 'kara propaganda' yaptıkları suçlamasıyla cezalandırılmalarına insanların gönülleri hiç razı olmuyor. Her şeyden önemlisi de, bir genelkurmay başkanına savcıların 'terörist, terör örgütü yöneticisi' iddiasında bulunması, hakimlerin de bu iddiayı kabul etmesi, iddia konusu cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçlamasının; doğrudan muhatabının hayret, şaşkınlık ve hatta öfkeyle karşıladığı bu durumu, dış kamuoyu da gülünç ve akıldışı bulmaktadır. Kamuoyunda bu açıdan büyük bir öfke ve isyan vardır. Bu durumdan rahatsızlık duyanlar, kamuoyunu aksi yönde etkilemeye çalışmaktadırlar. Onlar, 26. Genelkurmay Başkanı'na terörist denilmesinin nedeni olarak TMK'nın 2. maddesini gösterdiler. Oysa, bu söylem gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Çünkü, 26. Genelkurmay Başkanı hakkında açılan davada, TCK'nın 'silahlı örgüt' başlığı altındaki 314. maddesinden de suçlama bulunmaktadır. Dolayısıyla onların dediği gibi TMK'da yeni bir düzenleme yapılsa bile, 314. maddeden de dava açılmış olması nedeniyle 26. Genelkurmay Başkanı'na 'terör örgütü yöneticisi' söyleminde bir değişiklik olmaz. Hakikatler ve halkın tepkisi karşısında çaresiz kalan bazı çevreler, 'kara propaganda' yapmakla suçlanan şahsıma karşı insafsızca 'kara propaganda' yapmaya devam etmektedirler'' ifadelerini kullandı.
"FATİHA SURESİ'Nİ OKUYARAK DUA ETTİK"
Belirtmiş olduğu kara propagandalara örnek göstermek amacıyla hakkında ileri sürülen 'Ağlama Duvarı', 'Paksüt görüşmesi', 'boş lavlar', 'kağıt parçası', '28 Şubat' ve 'Lice' konularında açıklama yapan Başbuğ, Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nda çekilip gazetede yayınlanan fotoğrafta Fatiha Suresi'ni okuduğunu ifade etti.
2004 yılında, Genelkurmay 2. Başkanı iken İsrail'e resmi bir ziyaret yaptığını vurgulayan Başbuğ "Resmi programda Kudüs'teki Ağlama Duvarı ile Mescid-i Aksa'yı ziyaret de yer almaktaydı. Ev sahibinin yaptığı tekliflere uymak ve özellikle inançlarına karşı saygılı davranmak her şeyden önce bir nezaket ve insanlık kuralıdır. 12 Haziran 2008 günü, Kudüs'teki Ağlama Duvarı'nda çekilen fotoğraflar bir gazetede yayımlandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun zamanında tamir ettirerek koruduğu Ağlama Duvarı'nı ziyaret esnasında, Fatiha Suresi'ni okuyarak dua ettik. Daha sonra da Mescid-i Aksa'yı ziyaret ettik. Biz Müslümanlar için ayrı bir önemi olan bu camide dua ederken çekilmiş fotoğraflarımız da var. Ancak kendilerinde insanların inançlarını, imanını sorgulama hakkını görenler, bu fotoğrafları görmediler. Ağlama Duvarı'nda çekilmiş fotoğrafları, kara propaganda amaçları için kullananlar, her sıkıştıklarında o fotoğraflara dört elle sarıldılar. İftiralarına, hakaretlerine devam ettiler. Hakaret ettikleri kişinin, belki de ilk defa, Türk ordusunun en yaygın adlarından birinin de 'Peygamber Ocağı' olduğunu dile getirmiş olmasına da kulaklarını tıkadılar. Çünkü onlar, kör ve sağırdırlar. Bu iftiracıları Allah'a havale etmenin yanında, yasal zeminde de mücadelemiz devam etmektedir ve edecektir. Bu kapsamda, Silivri 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 2 Ekim 2013 günü, Ağlama Duvarı'nda çekilen fotoğraf üzerinden facebook isimli sitede yapılan hakaret içeren beyanlar nedeniyle yargılanmakta olan üç kişinin TCK'nın 125. maddesi gereğince 'hakaret suçunu' işlediklerinden dolayı cezalandırılmalarına karar verdi. Her şeye rağmen, Türkiye'de adalet dağıtan yargıçlar da var" dedi.
Poyrazköy'de yapılan kazılarda gömülü olarak bulunan beş adet boş kullanılmış lava tarafından “boru” denildiğini ifade eden Başbuğ, şöyle devam etti: "Bu söylem insanların aklına o kadar yerleştirildi ki, ben bile 'boru' tabirini kullandığımı sanıyordum; ta ki daha sonra yapılan bir araştırma sonucunda, 'boru' tabirini benim değil bir siyasi liderin kullanmış olduğunu öğreninceye kadar. Daha sonra, basın toplantısında benim 'boru' demediğim, Hürriyet gazetesinin 16.01.2013 tarihli nüshasında haber oldu. Boru denmesi suç mudur? Hayır. O zaman, rahatsızlığın asıl nedeni nedir? Askerler boş, kullanılmış lavların bir daha kullanılmayacağını bilir. İşe yaramayacak boş lavları toprak altına gömmenin anlamsızlığını bilir. O zaman bu boş lavları oraya kimler gömmüş olabilir? Bu sorunun cevabını aramak yerine, benim 'boru' demediğimi bilerek, hala bu konu üzerinden polemik yapmak, en hafif deyimiyle ahlaksızlıktır."
"BİZLERE NE KADAR İFTİRA ATSALAR DA YIKAMAYACAKLAR"
Ayrıca Başbuğ, açıklamasında şu ifadelere de yer verdi:
"Bütün bu haksız itham ve iftiralar yetmiyormuş gibi, son günlerde bazıları, 28 Şubat sürecinde, yurtdışında görevde olduğum halde, benim o süreçte, MGK Genel Sekreteri Başyardımcısı olduğumu utanmadan ileri sürdüler. Bu iddialarının da boş çıkması üzerine, daha sonraki yıllarda bulunduğum bu görevde iken, MGK Genel Sekreterliği'ne, istihbarat birimlerinden gelen istihbaratı, MGK Genel Sekreteri adına, incelenmesi amacıyla ilgili makamlara gönderilmiş olan yazıları, karalama amaçlı olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. En son olarak da, bir gazetenin asılsız haberine dayanarak 22 Ekim 1993 günü Tuğg. Bahtiyar Aydın'a 'Lice'ye git' emrinin tarafımdan verildiği yalanına dört elle sarıldılar. Tuğg. Aydın beraberindekilerle, Lice'nin güneyinde planlanan bir operasyonu yönetmek üzere Lice'ye saat 06.30-07.30 arasında hava yoluyla intikal etmiş idi. Lice güneyine planlanan operasyon başladıktan sonra, 09.30 civarında Lice olayları başladı. Tuğg. Aydın saat 11.45'de yaralandı ve maalesef kurtarılamayarak şehit oldu. Bizlere ne kadar yapmadığımız şeyleri yaptınız deseler de, ilgimizin olmadığı ve olamayacağı hususlardan sorumlu tutmaya çalışsalar da, bir fotoğraf veya bir görüşme üzerinden iftira atsalar da, haksızlık ve eziyet etseler de, bizleri yıkamayacaklar. Çünkü, bir şeyi unutuyorlar. Bizler 'ebedi başkomutanımız' Mustafa Kemal Atatürk'e gerçekten yürekten inanan ve bağlı olan generalleriz, amiralleriz, subaylarız, astsubaylarız."