Aynı zamanda "Korana/pandemi" tedavisi de yapan Ankara Keçiören Araştırma Hastanesi "barbarlar" tarafından basılmış, sağlıkçılar canlarını, kapıları sedyelerle tahkim ederek kurtarmışlar.
Son zamanlarda, en çok saldırıya , "kadınlardan sonra " sağlık mensupları uğruyor.
Toplumun - ne yazık ki - ahlaki olarak geldiği bu nokta utanç verici olmanın ötesinde endişe verici...
İki korana hastasını tedavi ederken, sağlıkçılara "hangi nedenle olursa olsun" yapılan bu saldırının kamu düzeni bakımından karşılığı ne olacak.merak konusu..!!
Ceza Kanunu'nun içine "eş dost , yandaş" kayırmacılığı için kullanışlı bir enstrüman olarak monte edilen- "adli kontrol" şartı ile sokağa mı salınacaklar , yoksa , Halil Sezai gibi içeri mi alınacaklar..
İstanbul Sözleşmesini her fırsatta lanetle, kadınların "namus magandaları" tarafından her gün teker teker katledilmesini engelleyeme, sağlıkçıları, meşrebine uymayan meslek örgütleri üzerinden terörist /vatan haini ilan et, işine gelmeyen karar çıkınca; yüksek mahkeme yargıçlarını aleni olarak "uygunsuz " benzetmelerle ayıpla, bu işin sonu nereye varır?!!
Cumhurbaşkanı BM genel Kuruluna hitap etti ve dünyanın sıcak meseleleri üzerinde- doğru yanlış- kararlı bir tutum gösterdi.
Birleşmiş Milletleri , kurumsal olarak, "fonksiyon kaybı ile de itham etti, kendisi ile özdeşleşen meşhur, " dünya beşten büyüktür" mottosunu yineledi...
Dünya beşten tabii ki büyük, ama; Devlet de ; aynı zamanda , kadınlarını, sağlıkçılarını koruyup kollayacak kadar büyük.
Merkez-i Hükümette, sağlık personeli -canlarını hasta sedyelerini kapıya siper yaparak- korumak zorunda kalıyorlarsa, "büyüklük " meselesi üzerinde tekrar düşünmek gerekiyor, münferit olmayan, sıradanlaşmış vakalar haline gelen bu toplumsal çürümeye, müdahale etmek zorunluluğu ortada..
Bu manzara Türkiye ve ideallerine yakışmıyor....


Demir Fırtına